Yeni yayınlanan bilimsel bir rapor, hayvancılık ve iklim hakkında daha nitelikli bir tartışmaya ihtiyacımız olduğunu gösteriyor. Göçebe hayvancılık gibi geleneksel yöntemler ile endüstriyel hayvancılık arasında karşılaştırmalı bir analiz yapan çalışma geleneksel hayvancılığın sürdürülebilir bir gıda sistemi olarak iklim krizi açısından tek seçenek olduğunu gösteriyor. Ürüne değil üretim sürecine odaklanılması gerektiğini belirten rapor bu sene İngiltere’de gerçekleşecek BM İklim Konferansı öncesinde bu konudaki tartışmalara bilimsel çalışmalara dayanarak yeni bir perspektif sunuyor. 

 

İklim krizinin etkileri her sene artarak hissediliyor. Türkiye de dahil olmak üzere tüm dünyada bu sene birçok canlının yok olmasına neden olan sel ve orman yangınları gibi afetler iklim krizi ve ona eşlik eden yanlış politikaların sonuçlarının sadece birkaç örneği. Bilim insanları gerçekten fark yaratan önlemler alınmaz ise bu etkilerin sıklık ve kapsamının artmasını kaçınılmaz görüyor.

 

Önlem alınması gereken alanlardan biri olarak kabul edilen gıda üretimi ve tüketimi konusunda ise tartışmalar hala devam ediyor. Bu tartışmalar içerisinde et ve süt ürünlerinin üretimi önemli bir yer tutuyor. Avrupa Araştırma Konseyi desteği ve Türkiye’den Yolda Girişimi’nin de dahil olduğu ve bu konuda yetkin 13 kuruluşun iş birliği ile PASTRES araştırma programı liderliğinde bilimsel çalışmalara dayanarak hazırlanan yeni bir rapor bu tartışmalardaki eksiklik ve yanlışlıklara ışık tutuyor.

 

Çalışma et ve süt ürünleri üretimi açısından geleneksel hayvancılık ve endüstriyel hayvancılık arasında radikal farklar olduğunu gösteriyor. Ancak bu farkların mevcut tartışmalar ve politikalar tarafından çoğunlukla göz ardı edildiğini tespit ediyor.

 

Hayvancılıktan kaynaklanan sera gazı emisyonlara dair değerlendirmelerin çoğu, büyük ölçüde gelişmiş ülkelerdeki endüstriyel hayvancılık sistemlerimi göz önünde tutarak taraflı bir şekilde gerçekleştiriliyor. Bu konuda yapılan tüm analizleri değerlendiren rapor, bu analizlerin örneğin sadece 0,4’ünün Afrika’daki verilere dayandığını gösteriyor.

 

Rapor fosil yakıt kullanımı nedeni ile endüstriyel hayvancılığın ürettiği ve sera gazları arasında atmosferde en uzun ömürlü kalıcılığa sahip karbondioksit miktarının da çok yüksek olduğunu gösteriyor. Endüstriyel hayvancılığın yüksek karbon salımı gerçekleştirmesinde önemli bir faktör olan endüstriyel yem ihtiyacı aynı zamanda karbon tutumu açısından hayati öneme sahip mera ve orman gibi yaşam alanlarının yok olmasına da neden oluyor. 

 

Hayvanların hareketliliğine ve doğal bitki örtüsü ile beslenmesine dayanan göçebe hayvancılık gibi geleneksel hayvancılık sistemleri ise düşük fosil yakıt kullanımı sayesinde minimal düzeyde bir karbondioksit salımına neden oluyor. Rapor geleneksel hayvancılığın bir diğer sera gazı olan metan üretimi açısından ise yabani otoburlar ile neredeyse aynı miktarda bir salıma neden olduğunu gösteriyor. 

 

Mera ve ormanlar yeryüzündeki en büyük karbon depoları arasında yer alıyor. Rapor bu nedenle karbon açısından zengin olan bu yaşam alanlarının muhafazasını sağladığı ve yüksek karbon sabitleme kapasitesine sahip ekosistemleri desteklediği için, Türkiye’de Sarıkeçililer gibi toplulukların sürdürdüğü göçebe hayvancık ve benzeri geleneksel yöntemlerin sağladığı karbon tutumunun, neden oldukları karbon salımına neredeyse denk olduğunu belirtiyor. Rapor iklim krizine eşlik eden biyolojik çeşitlilik krizi ve geleneksel otlatma yöntemlerin biyolojik çeşitlilik için taşıdığı büyün önemin de göz önünde tutulması gerektiğini ortaya koyuyor.

 

Rapor bu nedenlerle göçebe hayvancılık gibi geleneksel hayvancılık yöntemlerinin en iklim dostu hayvancılık biçimi olduğunu ve endüstriyel hayvancılıktan ayrı bir şekilde ele alınarak iklim değişikliğiyle mücadelede önemli bir araç olarak değerlendirilmesi gerektiğini dile getiriyor. 

 

Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı